26 Kasım 2008 Çarşamba

Arzuların Tercümanı


'Ah bir bilseydim, ah bir bilseydim onları
Hangi kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
Ah gönlüm bir bilseydi, bir bilseydi
Hangi yollara düştüler, nasıl aştılar dağları
Sen sağ salim mi görüyorsun onları?
Ya da helak olmuş, yok olmuş gibi mi onları?
Hayrete düştüler aşıklar, geçtiler kendilerinden
Aşk içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları'
İbn Arabi
Çeviren:Mahmut Kanık

Yahya Kemal'in Rüzgarıyle Düşünceler ve Duyuşlar


Bu kitapta anlatılanlar Yahya Kemal şiirlerinden başlayıp tarihsel ve toplumsal bir ölçekte ele almaya çalıştığım ve yaşadığım zamandan ve maziden gelen değerlendirmelerle ve duygusallıklarla ortaya çıkan tespitler ve tekliflerdir.
Ve yine vardığım noktada gördüm ki düşüncenin ve duygunun sınırları başlangıçta bizim nesillere öğretilen ufkun -daha doğrusu ufuksuzluğun- çok çok ötesinde yer almakta ve o öğretilenlerle kıyas kabul etmeyecek ve zenginlikte bir medeniyet iklimini kucaklamaktadır

Bu kitap şu anda bulunduğum noktaya göre tespit edebildiğim kadarıyla düşünce ve duygu dünyamda Yahya Kemal'in çağrıştırdıklarını ve yansıttıklarını içermektedir. Şairin özellikle şiirlerinde geçen mahal, şahıs ve kavramlardan yola çıkarak yaptığım yolculukların ve vardığım merhalelerin neticesidir.

Ehl-i akl anlamaz efsus lisan-ı dilden
Zanneder âşık-ı divane muamma söyler.

Yahya Kemal


Yahya Kemal bizim kadim medeniyetimizin, daha açık bir ifade ile söylersek, İslam Medeniyeti’nin Osmanlı yorumunun şairidir.


Sadettin Ökten

9 Ekim 2008 Perşembe

Yüreğim Seni Çok Sevdi



Aslı ve Murat’ın çok tanıdık gelen hikayesi. Belki çok sıradan bir aşk öyküsü ama zaten okunabilirliği kılan da biraz bu sıradanlık. “Evet ben de yaşadım, hep böyle olur, belliydi zaten…” gibi cümleleri okudukça kurabileceğiniz türden bir roman. İstanbul, Bursa ve Amerika üçgeninde asla kavuşamayan bir çiftin hikâyesi anlatılan.
Gerçeği söylemek gerekirse Canan Tan’ın dilini çok basit buldum. Cümleler seçilirken pek de özenilmemiş, iş bana biraz aceleye getirilmiş izlenimi verdi. Yazarın henüz başka bir kitabını okumadığım için dili hakkında uzun uzadıya yorum yapmayı pek doğru bulmuyorum. Ancak bu roman için “yalın” ya da “sade” sözcükleri yerine aklıma “basit” den başka tanımlama gelmiyor. Biraz Duygu Asena kokusu aldığımı da eklemek istiyorum. Yazarın etkilenip etkilenmediğini bilemem ama bence çok fazla ortak noktaları var. Edebi yönü bulunduğunu düşünmediğim, “tatil kitabı” diye adlandırabileceğim, kolay okunan, ara sıra (ender de olsa) “acaba şimdi ne olacak?” heyecanını yaşatan bir kitap. Fakat en fazla iki ay sonra bir kitapçının rafında rastladığımda okuyup okumadığımı bile hatırlayabileceğimi sanmıyorum. Yani akılda kalacak ya da okumayı seven sevdiklerime hediye edilecek -tavsiye edilecek- bir kitap hiç değil. Ara ara Ahmet Hamdi’den, Nazım Hikmet’den, Neruda’dan ya da Fuzuli’den dizeler de olmasa edebî tek bir cümle bulunmayacak.
“Biliyorum, imkânsız aşk bu! Ama hükmedemiyorum kendime…” demişti Murat. “Çünkü, yüreğim seni çok sevdi!…”Ardından da dizelere dökmüştü sevdasını.
“Yüreğim seni çok sevdi
o yürek talan
o yürek yangın yeri
o yürek seni istiyor
bir tek seni…”

Canan Tan / Altın Kitaplar

Gülün Fethi


Biz fetihleri kılıç kalkan, mızrak, top tüfek gibi kabukların başka kabuklarla savaşı gibi görüyoruz. Bunlar tarih değil, tarihi yapan araçlar. Tarih daha derinlerdedir: ruhlarda, beyinlerde ve ideallerde.”“29 Mayıs 1453’de gerçekleşen fetihten sonra küllerinden yeniden doğdu Konstantinopolis. Uyandığında adı artık İstanbul’du. Müslümanların yönetiminde ciddi bir canlanma, bir yenilenme yaşandı.”“İstanbul kuşatmasında, karadan gemilerin yürütülmesi çok tartışılan bir konu. Bazı yazarlar zaman zaman çıkıp, ‘Böyle bir şey olmamıştır, bu hayâl ürünüdür’ diye demeçler veriyorlar. Hâlbuki bunun olmadığından bahseden hiçbir tarih kaynağı yok, sadece hangi güzergâhtan gittiği konusunda ihtilaf var.”“Bir asrı aşan ömrüyle İstanbul’un fethi kutlamaları, günümüzde Osmanlı’yı Cumhuriyete bağlayan en önemli bağ olarak tarihî bir köprü işlevini görüyor.”Osmanlı tarihi alanında ülkemizin çok okunan yazarlarından Mustafa Armağan Fetih ve Fatih’i çok farklı bir açıdan değerlendiriyor ve kafa kurcalayan soruları şüpheye yer vermeyecek cevaplandırıyor.

Mustafa Armağan /PROFİL YAYINCILIK

Aşk ile Hu


Aşk ile Hû, (M.S) 700’lü yıllarda Basra’da yaşamış olan, tasavvufun ilk bilgelerinden Rabiatü’l Adeviye’nin biyografisini hikâye etmektedir. Her insan ilahi aşkın muhatabıdır, ama farkında olamayabilir. Aşıktır ama kime aşık olduğunu bilmez. Rabiatü’l Adeviye’nin menkıbesi işte bu sırrı aydınlatıyor.Tasavvuf öğretisi, “Allah sizin sûretlerinize değil kalplerinize bakar” ayeti doğrultusunda kadın bilgelere de velilik mertebesine giden yolu açmıştır. Veliler arasında “ikinci Meryem” namıyla zikredilen Rabiatü’l Adeviye,
1) insani kemalatın
2) saf Allah aşkının zirvesini temsil etmesiyle eşsiz bir hatıra bırakmıştır.
Rabiatü’l Adeviye; kulun iradesi, teslimiyeti, samimiyeti; hakikat, marifet, fakr gibi meseleler etrafında yaptığı yorumlarla ilahi aşk bahsine zengin boyutlar kazandırmış, Yaratıcı’ya duyulan muhabbeti sözleri ve amelleriyle temsil etmiştir. “O’nu sevmeye layık görülmeyi” ilahi aşkın kaynağı olarak zikreden Rabiatül Adeviye’nin, “Eğer sana cehennem korkusuyla ibadet edersem, beni cehennemde yak. Eğer sana cennet ümidiyle ibadet edersem, beni cennetine koyma” sözleri, Yaratıcı’ya duyduğu muhabbetin ve teslimiyetin mükemmelliğinin ifadesi olmuştur. Münire Daniş’in şiirsel bir üslupla edebiyata aktardığı Rabiatü’l Adeviye biyografisi, hayatın madde planında aktığına inanılan ve aşkın daha ziyade beşeri anlamıyla tanındığı günümüzde; insanın ruhi boyutuna ve aşkın nihai hedefine dikkatleri çekmeyi istiyor. Aşk ile Hû, Rabbini aşk ile keşfetmek (bilmek)ve kulluğunu aşk ile kemâle taşımak isteyen herkes için bir ilham kaynağı aynı zamanda.
Münire Danış/ Kaknüs Yayınları

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Derya Be Derya


This book is the first step for becoming familiarized with Rumi,” Nasseri wrote in the preface of the book.

“I have tried to look at Rumi’s life from the beginning to the end very concisely and I also tried to make the readers more sensitive to and interested in Rumi’s character,” he added.

“This work is a drop of the sea of Rumi’s personality,” he noted.

“Manaqib al-Arefin” is one of the sources that was used to write the book. Written by Shams ud-Din Ahmad Aflaki in the 14th century CE, it is the oldest and most reliable biography of Rumi.

20 Temmuz 2008 Pazar

Tanrı Sana Küsmedi



İstanbul'un Çamlıca Tepesi'nde bazen asude, bazen dar vakitlerde yazıldı bu kitap. İki yazar, yaklaşık on beş yıldır devam eden, birbirlerini tüketen değil çoğaltıp meyvelendiren dostluklarının mahsulünden bir demet sunmayı deniyoruz size. Kitapta tam kırk başlık seçtik ki bu kırk başlık, tek tek bir araya gelinerek, teknolojik uzaklıklar araya girmeden, yüzleşilerek yazıldı. Biz bu kırık başlığı kendimiz için bir kırk çıkarmak saydık.Biz, bir gönül dağı'nı tırmanan iki yolcuyuz ki yolda düşündeklerimizi sizinle paylaşmak istedik, yolcunun azığını bölüşmesi gibi.Sözün özü, yaratıcı diye bildiğiniz ama bir türlü tanışamadığınız Rabbimizle sizi yormadan, kırmadan, usandırmadan, yanıltmadan tanıştırmak istiyoruz.

Senai Demirci/ Yusuf Özkan Özburun

Bilge Yayınları

17 Temmuz 2008 Perşembe

Peygamberimiz Kadınlara Nasıl Davranırdı ?


Allah Resulü buyurdu ki: "Ben bir aynayım. O aynada herkes kendini görür".Aynaydı O, o aynada herkes kendini görürdü. Peki o aynadaki kadın nasıldı? Ya da biz o aynada kadını nasıl görüyorduk? Aslında o aynada gördüğümüz kadın, kendi dünyamızdaki kadındı. Kendi dünyamızdaki olumsuz kadın bakışını, o aynaya veriyorduk. Bu çalışma ise, tüm gerçekliğiyle o aynadaki kadını göstermeyi hedefliyor.

Nuriye Çeleğen - Nesil.

3 Haziran 2008 Salı

Alemlerin Rabbi Allah (cc) Bilmek Tanımak Anlamak


İnsan Allah der de, titremez mi? Elbet bu satırların yazarı da titriyor. Korkudan değil, O'nun hakkında konuşmaya ve yazmaya cüret etmekten. Hiçbir tasavvur, Allah'ı olduğu gibi algılayamaz. Hiçbir akıl, Allah'ı mutlak ve mükemmelliğiyle kavrayamaz. Hiçbir beşeri dil, sahibine Allah'ı gereği gibi anlatma imkanı sunmaz. O'nun azameti karşısında akıllar dumura uğrar, diller lal olur, mantık iflas eder, nutk tutular, sözün soluğu kesilir, kelimelerin nabzı durur. Peki, bu gerçeği bilmeme rağmen, Allah hakkında bir kitap kaleme almaya beni ikna eden gerçekler ne? 1. Allah'a inanların Allah tasavvurlarının, vahyin inşa ettiği Allah tasavvurundan giderek uzaklaşması. 2. Doğru bir Allah tasavvuruna sahip olmadan, sahih bir kulluk, iman ve teslimiyetin gerçekleşmeyeciği. 3. Allah doğru bilinmeden, tanınmadan, anlaşılmadan, hayatın anlam ve amacının asla anlaşılmayacağı. İşte bu yüzden Allah demek anlam demektir. Modern hayat Allah'tan uzaklaştıkça anlamdan da uzaklaşmaktadır. Anlamsız bir hayat yük, anlamsız bir insan hiç, anlamsız bir dünya canlı cenazelerin meskun olduğu mezardır.
Mustafa İslamoğlu / Düşün Yayınları

Mevlana ve Sufizm



Unesco'nun 2007 yılını 'Mevlânâ Hoşgörü Yılı' olarak ilan etmesiyle birlikte, Türkiye' de ve Türkiye'nin dış sefaretlerinde Hz. Mevlânâ ile ilgili bir dizi kültürel faaliyetler planlanmaya başladı. İnsanlığın muhtaç olduğu hoşgörü ve karşılıklı anlayış için Türk mutasavvıfının UNESCO tarafından seçilmesi aslında çok anlamlıdır. Bu, bir yandan Batının aradığı hoşgörü ruhunun temellerinin Türk dünyasında olduğunu gösterirken, diğer yandan insanlığın Hz. Mevlânâ'nın fikirlerine bugün çok muhtaç olduğunu göstermektedir. Bu kitap, Hz. Mevlânâ' yı bir keşif ve anlama çabasının ürünü olarak düşünülmelidir. Muhakkak ki Hz. Mevlânâ'yı ve O'nun muhteşem eseri Mesnevi'yi anlamak hiç de kolay değildir. Bizim burada yaptığımız, bu kocaman okyanustan bir kap su almak gibi bir şeydir. Fikir çilemizin ve engin ruh dünyamızın elverdiği ölçüde Hz. Mevlânâ'dan yaptığımız alıntılar ve onların yorumları, sadece Hz. Mevlânâ'yı anlama çabamızın bir sonucu olduğunu düşünenler bizi doğru anlamış olacaklardır. Bu duygu ve düşüncelerle bu çalışmamızı Türk-İslâm entelektüellerine ve Hz. Mevlânâ' yı anlamak isteyen herkese ithaf ediyorum.

Mehmet Aydın / Nüve Kültür Merkezi Yayınları

24 Nisan 2008 Perşembe

Yalnızız



Peyami Safa, bu eserinde insanlığı materyalizmin kör çenberini kırmağa, kendini kaybettiği ruhunu bulmaya çağırmaktadır. Asrımızda insanın bütün problemleri bu noktada düğümlenmektedir. Ve Allah'ı bilmedikçe, insanlık buhrandan buhrana yuvarlanacak, huzur ve sükun bulamayacaktır.

PEYAMİ SAFA’nın yalnızız isimli romanın özeti şu şekilde:Tarık, Feriha’yı seven fakat geçmiş yaşamında farklı kadınlarla birlikte olan birisidir. Feriha ile bir köy bahçesinde buluşurlar. Tarık, kendine ait olan bir dünya kurmuş ve bu dünyanın içerisine yalan, kin, nefret gibi duyguları sokmamıştır.Tarık’ın kardeşi Feride, Ahmet’i sever, ama ailesine bu sevgisini açıklayamaz. Çünkü Ahmet bir isyancıdır. Fakat Feride’nin Ahmet ile birlikte olmasından sonra sessizleşmesinden annesi olanları anlar ve Feride’ye bağırıp çağırır.Feriha, Tarık’a o zamana kadar yalan söylemiştir. Ama son günler yalan söylediğini sezer. Feriha’nın Paris’te arkadaşlarına özenerek, yaşlı bir adamla evlenip Paris’e yerleşme isteği gün geçtikçe artar. Arkadaşının İstanbul’a gelmesiyle buluşurlar, ama arkadaşını çevrenin sevmemesinden dolayı bu buluşmalar gizli olur. Feriha, Tarık’ı gerçekten sever, ama Paris’e gitme fikri de ona cazip gelir. Feriha’nın babasının ölmesi evde daha da sıkı yönetim ilan edilmesine neden olur. Feriha’nın abisi ne Paris’ten gelen arkadaşalrıyla ne de Tarık ile görüşmesine izin vermektedir. Feriha’nın rahat bir hayat yaşama isteği galip gelir ve arkadaşıyla Paris’e gitmeye karar verir. Yaşlı bir adamın metresi olacaktır. Bunu öğrenen abisi önce dışarı çıkması yasaklar daha sonra Feriha’yı odasına kilitler. Feriha içeride arka arkaya sigara içmeye başlar. Bu sırada Tarık’ın burnuna yanık kokuları gelmektedir. Ama hiçbir yer yanmamaktadır. Feriha sigarayı yakmak için çakmakla uğraşırken yatağın çarşafını yakar. Kaçmak istemesine rağmen odanın kapısı kilitli olduğu için dışarı çıkamaz. Duman kokusunu alan hizmetçi abisini kaldırır. İçeri girdiklerinde çok geç kalmışlardır. Artk Feriha hayata gözlerini yummuştur. Feriha’nın not defterinde “Biz, hepimiz sadece kendimizi düşündüğümüz için yalnızız ve yalnız kalacağız” cümlesini okuyunca kızın üstüne çok yüklendiklerini anlarlar, ama çok geç kalmışlardır.

KİTABIN ANA FİKRİ :İnsanlar dertlerini paylaşmalı, yalnız başlarına sıkıntılarını içlerine atarak sıkılmamalı, düşüncelerini açıkça söyleyebilmelidir.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ :Feriha, Feride ve Tarık aynı ailenin çocuklarıdır. Olaylar çok çabuk geçmiş, fakat oldukça ilginçtir.

Peyami Safa / Ötüken Neşriyat / Edebiyat Roman Dizisi

11 Nisan 2008 Cuma

Kırk Güzeller Çeşmesi

www.kitapyurdu.com'dan satın al
Okuyucu! Sen burada, bugün artık kaybettiğimiz değerlerimizle ilgili (nezaket, haya, tevekkül, merhamet, sabır, tefekkür, sadakat, dua, kanaat, gözyaşı vs.) kırk öğüt bulacak ve bunları şiirsel ilhamlarla okuyacaksın. Belki yazının içindeki öğüdü alacak, kıssadan hisse damıtacak, belki de unutuvereceksin. Ama ben sevgili okuyucu, bu yazıları, Efendim, 'Her kim benim hadislerimden kırk tanesini belleyip başkalarına da öğretirse, kıyamet gününde Allah onu bilginler ve fakihler arasında diriltisin! ' buyurduğu için yazdım. İsterim ki, sen de öyle okuyasın ve zihninde birkaç gün gezdiresin. Hem kim bilir, bugün dün olduğunda, belki de seninle ikimiz, O'nun meclisinde buluşur, bunları yeniden söyleşiriz! ..

Kapı yayınları Prof. Dr. İskender Pala

5 Nisan 2008 Cumartesi

Aşkname


İskender Pala, Aşkname'de, Hayal Hatun, şair Aşkî, şair Ali Ruhi ve şair Sadî'nin aşklarını anlatıyor. Bazen bir beyitten, bazen de tozlu arşivlerde kalmış mektuplardan yola çıkıp kurguladığı hikâyelerde hem aşkın aslını gösteriyor hem de tarihin sayfalarını önümüze açıyor yazar. Pala, kitapta anlatılan aşkların yeniden gündemimize geleceğini düşünüyor ve "İnsan olarak hepimiz sevmekten sorumluyuz. Bu sorumluluğu yerine getiremeden de insaniyet vasfına sahip olamayacağız." diyor. Kitaptaki dört hikâyeden üçünde, hayatları hakkında tezkirelerdeki kısa biyografilerden başka malumatımız olmayan üç şairin yaşadığı aşklar anlatılıyor. İskender Pala, adeta bir dedektif gibi şairlerin yazdıkları her beyti titizlikle inceleyerek kurgulamış hikâyelerini. Şiirlerinden yola çıkarak şairlere bir kimlik vermiş, sonra da bu kimliğin taşıyabileceği aşkı kurgulamış.
''Şehnaz Beste'', ''Denizler Boyunca Aşk'', ''Aşk ve Şiir'', ''Yollarda'' isimli dört öyküden oluşan kitapta, aşkın saygınlığı, şairlerin yaşadığı aşklar üzerinden anlatılıyor. Her yüzyıldan bir aşk öyküsünün anlatıldığı kitap, okuyucuya değişen anlayışları ve hissedişleri sunuyor.

Harcandık


Kimimiz sevdik harcandık...
Kimimiz güvendik harcandık...
Kimimiz umut doluyduk harcandık...
Mektup yayınları/Emine ŞENLİKOĞLU

Bir Leyla Düşlemesi

Bir Leyla düşlemesidir aşk. Yanmaktır bir gülün kırmızısında, türküler yakmaktır sevgiliye.Gün batımlarında tutulan sevdaları gün doğumlarında aramanın adıdır aşk. Seherlerde bülbülün yanık nağmelerinde gül hasreti çekmektir; güle rengini veren, yüreğini veren bülbül olmaktır aşk.Ve biz şimdi büyüsü kaybolmuş zamanlarda aşkın peşine düştük.
Pazar pazar gezinen Zeliha olduk aşkımıza bir Yusuf bulmak için. Yusuf, esrarını gizleyen ebedi iffetti.
Mecnun'a özendik sevdamızı bir Leyla'ya yüklemek için. Leyla bir ışıktı, ab-ı hayattı aşkı filizlendiren.
Ferhat olup Şirin'ler hatırına gönül kazmasını yamaç yüreklere vurmak istedik.
Şirin, gönül aynasında aşkı büyüten bir suretti.
Bitmeyen özlemler büyütüyoruz bağrımızda. Leyla'ya, Şirin'e, Aslı'ya adadığımız yüreklerimiz vardır. Suretten öte aradığımız bir yâr vardır. Yârin adıyla yan yana bilinsin istediğimiz adlarımız vardır.
"Aşk" ile "ilgi duyma"nın karıştırıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Artık güllerimiz Leyla kokmuyor, sevda kokmuyor. Aşkın ilk basamağına dahi çıkamadık. Tutkulara takılıp kaldık.
Dergâha gelen delikanlıya şeyhin "Sen git, âşık ol da gel, aşkı bil de gel!" dediği kadar dahi olsa, yüreklerimize işleyemedik aşk nakışını.Gönül toprağına atamadık aşk tohumunu. Nadasa bırakılmış yüreklerimize bir Leyla tohumu düşmedi...

KAYNAK YAYINLARI/ Osman ALAGÖZ

İçimizdeki Mevlana


Her şey sahibinden öğrenilir. Aşkın hocası da aşktır ancak. Pası kiri yakan kutsal alevi bulmuştu. Herkesi oraya, o kudsi ateşe davet etti Mevlana. Mecusiyi, Ermeniyi, tevbesini bin kere bozanı, doğruyu ve eğriyi… Onlar oraya farklı libaslarda girdiler, bir olup çıktılar. Bütün bu insanlar kendilerini ayıran dillerini unuttular yeni ve ortak bir dil buldular. Üzüm demeyi yeniden öğrendiler. Mevlana bir aş ustasıydı; kırk yumurtayı bir sahada kaynatıp tek yumurta etmenin sanatını elde etmişti. Bir ney gibiydi; kendinden boşalmış sahibinin soluğuyla dolmuştu. Bir beşer beşeriyetinden ne kadar sıyrılabilirse o kadar sıyrılmıştı kendisinden. Demirdi ama ateşe erimişti, şekerdi ama suda yok olmuştu. Tevazuyu topraktan öğrenmişti, cömertliği çamurdan; insan seçmezliği güneşten bellemişti. Onun için rahmet gibi her tarlaya yağıyor, güneş gibi her bacadan giriyordu. Biliyordu ki Tanrı katında alçak da birdi yüksek de; padişah da aynıydı kul da. O yüzden cümle cihana bir nazarla baktı.
BİLGE YAYINCILIK/ Prof. Dr. Cihan OKUYUCU

Aşkın Hükümranlığı


Aşkın hükümranlığından uzak kalanlara sesleniş!Aşk... Hareketsiz sükûn, sükûnetsiz hareket. Aşk... Kelimelere sığmayan bereket. Aşk... Dibi görünmeyen bir derya. Yusuf’un güzelliğine tutulan Züleyha.Kimi zaman Ferhad, kimi zaman Şirin, kimi zaman da Mecnun ile Leylâ... Ne uzunluk ne derinlik, ne de genişlik. Noktanın sonsuzluğu bu!Noktanın sonsuzluğu kadar aşk, aşk’ın sonsuzluğu kadar nokta. Her şey bir noktadan sudur eder, her şey bir noktada sükun bulur. Varını-yoğunu aşk’a verdiren bir yoksulluk macerası bu! Aşk’ın hükmüne râm olan, aşk süvarilerinin yolculuğu bu! “Aşk’ın hükümranlığı” ile aşk’ın kılavuzluğunda...
TİMAŞ YAYINLARI/ Mustafa DEMİRCİ

Yusuf İle Züleyha




















ZÜLEYHA'NIN İLK DUASI...
Rabbini bilen Züleyha ilk dua olarak hemen oracıkta, Rabbim, dedi, gözlerimden bu acıyı kim silecek benim? Kim yıkayacak gözlerimin içini? Kim yıkayacak acılarla dolup taşan kalbimi?
Hemen arkasından da, olsun, dedi. Rabbim, her şeye razıyım. Hepsine razıyım. Yeter ki aşktan azad etme kalbimi. Yeter ki göz yaşlarımın serininde yıka içimi.
Göz yaşlarımı ve aşkımı alma, onlar bende kalsın. Bedel olsun. Ödül olsun. Bağış olsun. Yoksulluğum zenginliğim olsun.
Aşkım yeter, muhabbet denizinin kıyıları ne denli sınırsızmış göreyim. Aşkım yeter varlığımın anlamı neymiş, çözeyim.
Yeter aşkım, yeter ki aşkımın kalbime düştüğü yere kadar yükseleyim.
Aşkım yeter, tenimin beni hapsettiği zindandan aşkımın kanatlarıyla geçip gideyim.
Aşkla var olduğum yerde yine aşkla yok olayım.
Rabbim, acıya razıyım ama gözyaşım bende kalsın.
Razıyım yoklukta var olayım.
Yitirdikçe bulayım. Öldükçe doğayım.
Canım çekildikçe aradan saf aşktan ibaret kalayım.
Rabbim, dedi Züleyha çıkar aradan takılıp kaldığım tenimi, kaldır aradan saf aşkla aramdaki perdeleri.
Timaş Yayınları/ Nazan BEKİROĞLU

"Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf'u ben nasıl yerim? Ben Yusuf'u nasıl yerim?Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatamazsın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...